14 Ağustos 2001’de Recep Tayyip Erdoğan, Bilkent Otel’de partinin kuruluşu nedeniyle yaptığı konuşmada şunları söylüyordu.

“Lider oligarşisini çökerten, kolektif aklın temsilcisi olan bir anlayışı” egemen kılacaklarını belirtip, iktidar hedeflerini açıklamıştı.

Bu cümleler o tarihte çok önemli çıkıştı, toplumda ve sağ seçmende epey karşılık bulduğu belliydi. Çünkü Türkiye’de sağ siyasi parti liderliği gerçekten tam oligarşik yapı içindeydi. Yani liderler çok dar bir grupla hareket ediyordu. Her türlü olumsuzluğa rağmen parti liderlerini kimse yerinden kımıldatamıyordu. Yeni nesil bu yapılar içinde kendini ifade edemiyor, içeriye alınmıyor, dolayısıyla partilerde değişim ve gelişim sağlanamıyor, yeni nesil, çareyi yeni oluşumlarda arayıp yeni partiler kuruyorlardı, ya da liderin ölmesini bekliyorlardı.

Yakın tarihimizi sırasıyla değerlendirirsek;

Kendilerini, Necmettin Erbakan’a karşı, yenilikçiler olarak tanıtan ekip, parti içinde yarışa girmiş ve yenilmişlerdi. Bu oligarşik yapıyı yıkmanın mümkün olmadığını görüp, partileri de kapatılınca, milli görüşün yeni kurulan partisine de katılmayıp, çareyi Adalet ve Kalkınma Partisi’ni kurmakta bulmuşlardı.

Ancak yakın tarihimizde Adalet ve Kalkınma Partisinin de içinden iki ayrı parti çıktı.

Adalet ve Kalkınma Partisi’nin de kuruluşuna neden olan bu oligarşik yapı, daha sonra Milliyetçi Hareket Partisi’nden koparak İYİ Parti’nin kuruluşunda da yaşandı. Milliyetçi Hareket Parti’sindeki oligarşik yapı, kendilerine karşı aday olmak isteyen grubun adaylığına bile izin vermeyince, Meral Akşener öncülüğünde İYİ Parti kuruldu.

Sonra İyi Parti’nin içinden başka bir parti daha çıktı.

Kısaca genel olarak sağ parti liderlerini kolay kolay kimse yerinden edemiyor, ölünceye kadar parti başında kalıyorlar.

Alpaslan Türkeş 29, Süleyman Demirel 22, Necmettin Erbakan 20, Devlet Bahçeli 27 yıldır devam ediyor,  Recep Tayyip Erdoğan ise 22 yıldır genel başkan.

İdeolojik sol partilerde ise durum şu an yazamayacağımız kadar çok geniş bir konu.

Merkez solda ise, CHP’de 33 yıl genel başkanlık yapan İsmet İnönü’yü CHP büyük kurultayında yenen Bülent Ecevit CHP ve DSP’de toplam 24 yıl genel başkanlık yaptı.

Deniz Baykal liderliğindeki Cumhuriyet Halk Partisi merkez solda tek parti idi, ama orada da tam lider oligarşisi vardı. Partide değer olmuş birçok isim bu dönemde parti dışına itildi. Deniz Baykal, karşısında rakip olanlara ve olacaklara asla göz açtırmadı,15 yıllık genel başkanlığı, ancak 2010 yılında bir kasetle bırakmak zorunda kaldı ve Kemal Kılıçdaroğlu dönemi başladı.

Kemal Kılıçdaroğlu 13 yıl genel başkanlık yaptı, 13 seçim kaybetti. 4 Kasım 2023 de yapılan CHP si büyük kurultayında, örgütlerin ve delegenin değişim ısrarı sandığa yansıyınca 14.seçiminide Özgür Özel’e karşı kaybetmiş oldu ve CHP’sinde Özgür Özel liderliği başlamış oldu.

Tabi bu arada, kendine büyük kurultaylarda rakip olarak çıkan Deniz Baykal’ı 3 kez yenerek genel başkan olan (1986-1993) parti genel başkanlığını kendi isteği ile bırakan nadir görülen bir örnek olarak Erdal İnönü’yü de anmış olalım.

Bugün de tarafsız bir gözle baktığımızda, tüm partilerde “lider oligarşisinin” hakim olduğunu görüyoruz. Pek tabi ki, bunun alt yapısını, geçmişten gelen devlet yapısı ve siyasi partiler yasasında aramanın yanında, kültürümüzle de ilgili olduğunu söylemekle birlikte ülkenin gelişmişliği ile ilgili olduğu ortadadır.

Parti liderlerinin ortak özellikleri;

Genel merkez yönetimini, milletvekillerini, belediye başkan adaylarını, iktidarda ise, bakanları ve tüm üst düzey bürokrasi kadrolarını kendileri belirlerler.

Sağ partilerde, parti il-ilçe başkanlıklarına kadar genel başkanın dediği olur, sol partilerde ise bu işler az da olsa örgütlere, partililere bırakılır.

Geldiğimiz bu noktada ise, siyasi partilere baktığımızda, Adalet ve Kalkınma Partisi, lider oligarşisinin diğer sağ partilere göre en belirgin olduğu parti diyebiliriz. Adalet ve Kalkınma Partisi’nde Genel başkan Recep Tayyip Erdoğan’ın ne kadar baskın ve tek adam olduğu çok açık ortada. Partide her kademede görev alacakları bizzat kendisi belirler.

Peki, ne diyordu Recep Tayyip Erdoğan, 2001’de,  “Lider oligarşisini çökerten, kolektif aklın temsilcisi olan bir anlayışı egemen kılacağız”

Peki, öylemi oldu?

Tabi ki öyle olmadı!

Tam tersi!

Üstelik, 12 Eylül rejiminin getirdiği siyasi partiler kanununu değiştirmek bir yana, ona yaslanarak, bu oligarşik, parti başkanlığını, devlet başkanlığı ile birlikte yürütünce, geçmişte çok eleştirdikleri, tek parti yönetimi ve parti devletinin de ötesine geçerek, siyasal bilimcilerin tarifine göre; tek adam rejimine ve seçim ile belirlenen “neo-patrimonyal sultanizm” yani tek adam saltanatına dönüştüğünü görüyoruz.

Ortak akıl konusuna hiç girmenin anlamsız olduğu ortada.

2001 yılında henüz yolun başında iken belki de inanarak söylediği o cümlelerin bu gün için hiç bir anlamının kalmadığını, sistemin kendisini nerelere taşıyacağını tahmin bile edemediği anlaşılıyor.

Neden tahmin edemediğine gelirsek, Türkiye’de genel olarak muhalefetin bu kadar beceriksiz olacağını düşünememiş olduğu gerçeğidir.