Hayat renkli insanlarla dolu. Nasıldı hikaye? O kadar çok şey okuyunca pek çok şeyi de unutuyor insan, yenilerine yer açmak için.

Tam hatırlayamıyorum ama şöyleydi sanırım:

Sait Faik yanında bir arkadaşıyla yürürken karşıdaki denizi, iskeleyi gösteriyor.

“Hikayeye,” diyor, “nereden başlarsın?”

Kendi gibi hikayeci olan arkadaşı denizi, iskeleyi, martıları anlatmaya başlıyor.

Sonra da,

“Sen nereden başlarsın?” diye soruyor.

“İskeledeki adamdan başlarım,” diyor Sait Faik.

***

Biz de iskeledeki adamdan başlayalım yazıya.

Plajda bir adam gördük. Belediyenin temizlik görevlisi.

O sıcakta, sırtında, arkasında belediye arması olan; ucuz, polyester kumaştan tişört...

Bacağında boz, toprak rengi pantolon...

Plaja pervasızca atılan çöpleri topluyor, kan ter içinde.

***

Aynı adamı üç dört kilometre uzaktaki başka bir plajda da görünce şaşırdık.

Aynı kişi mi değil mi? O kıyafetlerin içinde hepsi birbirine benziyor.

***

“Hasan!” diye seslendim.

Dönüp bakmadı.

“Hüseyin!” diye seslendim.

“Buyur abi,” dedi.

Şaşırdım. Tesadüf olmalı.

“Gel çay iç,” dedim.

Geldi. Kovası, süpürgesi elinde.

Çayını içerken,

“Yalnız,” dedi. “Ben Mehmet’im. Hüseyin bizim öteki arkadaş.”

“Öyle mi?” dedim.

“Memleket nere?” diye sordu.

Bizde muhabbete “memleket nere” diye başlanır.

Girizgah “memleket nere”dir. Sonra methiyeye, asıl bölüme geçilir!

Söyledik memleketimizi.

“Sen,” dedi. “Ahmet abiyi tanır mısın? Sizin oralı.”

Haydaa!

“İki gemi yan yana

Haydayabilirsen hayda”

Koskoca memleket, nereden tanıyalım Ahmet’i?

“Hangi Ahmet?”

“Var ya hani, karavanla geliyor, çekiyor karavanı aha şu ağacın altına… Plajda yatıp kalkıyor.”

“Tanıyorum, tanımaz mıyım? Bizim yan komşu.”

“Deme yahu! İyi adamdır Ahmet abi. Namazında niyazındadır. Ben de namazında niyazındayım.”

Şimdi sıra bize geliyor. İyi adam olmanın kriteri belli.

“Ben seni başka plajlarda da gördüm galiba. Doğru mu?” dedim.

“Doğru,” dedi. Göğsü bir kabardı, bir gururlandı.

“Bu bölgedeki plajların hepsine ben bakıyorum,” dedi. “Hepsi benim sorumluluğumda.”

“Sen oralara nasıl gidiyorsun, belediye araç veriyor mu?”

“Yok. Yürüyerek gidiyorum.”

“Yok ya! Bu sıcakta!”

“Sıcak bir şey yapmaz adama. Ben olmasam, buralara çöpten yaklaşamazsınız. İnsanlar çok pis. Yiyip içip çöplerini atıp gidiyorlar. Namazında niyazında olan insan çöpünü sağa sola atmaz!”

“Zor olmuyor mu, kaç kilometre yürümek?”

“Niye zor olsun, dinlene dinlene gidiyorum. Yoldaki çöpleri de topluyorum giderken. Ben olmasam…”

Ne demişti Puşkin?

“Sıradan bir adamdı ama menzil bekçisi olunca aslan kesilirdi.”

Aslan kesildi bir an Mehmet. Mehmetçik Mehmet! Bir kükremediği kaldı!

“Sen olmasan ay sendeler, yıldızların rengi solar, dünya durur!” dedim.

Güldü. Ama neye güldü anlamadım. Süpürgesini, kovasını alıp gitti sonra.