Parazit Fransızcadan dilimize geçme bir sözcük olup kısaca “asalak” demektir.

Biraz daha eskiye gidecek olursak, eski Yunancada “başkasının sofrasından yemek yiyen” ya da “başkası sayesinden yaşayan” demektir.

Parazitin bir de tıbbi tanımlarına bakalım:

Parazit; “yaşam döngüsünün herhangi bir döneminde diğer bir canlının üzerinde veya içinde, ona hiçbir fayda sağlamaksızın zarar vererek, beslenen ve/veya yaşayan canlıdır”.

Parazitlerin amacı; kendi yaşamını garanti altına almak ve neslinin devamını sağlamak.

Parazitlerin genel özellikleri; Yaşamak için metabolik açıdan bir diğer canlıya muhtaç, genellikle konağından küçük, konağına zarar verir, konağını öldürmemeli, hastalığa neden olabilir veya olmayabilir.

Bitki parazitleri, hayvan parazitleri ve insan parazitleri vardır, bunlar bizim konumuz dışında. Bunlar yine tıp ve diğer bilimlerin konusu…

Bizim bu günkü konumuz “parazit insanlar” olacak.

Çok ilginçtir ki, insan da anne karnında 9 ay 10 gün parazit olarak yaşar. Yani parazitlik anne karnında başlıyor.

Hal böyle olunca, anne karnında öğrendiği ve yaşadığı parazitlik hayatını normal yaşamda da sürdürmek isteyen birçok insan olduğunu hepimizi biliriz.

Fiziksel engelli veya gerçekten bir başkasının yardımı olmadan yaşayamayacak kadar rahatsız olanlar yine konumuz dışında.

Her türlü maddi manevi imkâna sahip olup da parazitliği huy veya yaşam biçimi seçen insanlar bizim esas konumuz.

Bir de meslek sahibi olmasına rağmen, ek iş olarak parazitlik yapanlar var tabi ki.

Tabi parazitliğin çeşitleri çok, istilacı parazit, dış parazit, iç parazit, boş gezen parazit, okumuş parazit, tam parazit, baş parazit gibi.

Örneğin, ülkemizi evimiz olarak kabul edersek;

Şöyle düşünelim; hiç tanımadığınız veya tanıdığınız bir insan gelip sizin evinize yerleşiyor, hiçbir bedel ödemeden yiyip, içip yatıyor, size de hiç faydası da yok, hatta zarar veriyor ama asla ölmenizi de istemiyor, çünkü kendisi de ölür.

Kim böyle bir insanı evinde tutmak ister?

Tabi ki hiç kimse!

Şu an halen evimizde yaşıyor mu?

Yaşıyor!

İçine düştüğümüz ekonomik krizde payları var mı?

Var!

Ve bizler bu insanlara karşı halen “bana ne” tavrındayız.

Bir de iç parazitlerimiz var.

Ortalıkta ve hayatımızın her alanı parazit insanlarla dolu, atık öyle kanıksamış-kabullenmiş durumdayız ki, bunlarda evimize kadar girip ekmeğimizi aşımızı sömürmekteler.

Bu tip insanları her yerde görmek, tanımak ve onlarla aynı ortamlarda bulunmak çok olası. Çünkü birilerine ve bizlere hep muhtaçtırlar.

Ama bizler yine bunlara karşı yine “bana ne” tavrındayız.

Bizim parazitlerimize de ayrıca bakacak olursak;

Parazit bir insan, önce konaklayacağı yeri tespit eder, bu büyük ihtimalle kamu kurumudur çünkü özel sektörde barınması mümkün değildir.

Parazit, ufak ufak ve sessizce her türlü yalakalıklarla yanaşır ya da bir başkasının vesilesiyle yanaşır.

Başlangıçta her şeye sessizdir, sadece izler, inceler, olan biteni tüm ayrıntısıyla öğrenir ve tam bir parazit olma zamanın geldiğine karar vererek hareke geçer.

Ancak etrafında parazit olmaya can atan başka parazitler de vardır, onları bir şekilde saf dışı etmesi lazım.

İlk önce, onları kötülemek hatta karalamak ile işe başlar, baktı tutmadı, bir süre onlarla dost görünüp derinden planlar yapmaya başlar. Hem dost görünür hem kuyusunu kazar.

Epey yol kat etmiştir artık, “tam parazit olma zamanı” gelmiştir ve olmuştur, diğer parazit arkadaşları bile onun “baş parazit” olmayı hak ettiğini kabullenmişlerdir.

Beslenme garanti, eh şimdi sıra mevki sahibi olmaya gelmiştir. Çünkü mevki sahibi olunca atı, arabası, katı, yatı olma ihtimali vardır. Ağzı laf yapıyor, cambazlıkları ve hileyi, fare gibi tırtıklamayı da öğrenmiştir, artık onu kimse tutamaz.

Bunun için biraz daha çalışıp, ikinci bir “konak” daha bulmak zorundadır. Bu ikinci konaklar geçici de olabilir, hatta birden fazla geçici konaklar da olabilir, nasıl olsa işi öğrendi, yani konmayı-çökmeyi de.

Gel zaman, git zaman oldu.

Parazitin kısa zamanda yatı, katı, atı, arabası da oldu. Kısaca her şeyi var, tek bir şeyi eksik aslında.

O ne derseniz?

Hiç seveni yok, etrafındaki bir iki yalakasından başka, çirkinliği zaten ayrı bir sorun.

Artık hiçbir şeyden de zevk almaz oldu, hiç mutlu değil, yaşamak istemiyor ama işin kötüsü istediği zaman da ölemiyor.

Önce “konakçısının” ölmesi lazım ki, kendi de ölebilsin!

O zaman ne yapması lazım?

Tabi ki konakçısını öldürmesi lazım!

Tabi tüm olup bitenlerden konakçısının haberi var mı?

Yok!

Olsa zaten yaşatır mı onu bünyesinde?

Yaşatmaz.

Ama;

Parazit; akıllı, tilkiden daha kadar kurnaz, köpekten daha sadık, yılandan daha kıvrak ve sonuçta konakçının aniden ölmesi kaçınılmaz.

Şimdi şöyle bir düşünün, ülkemizde, şehrinizde, ilçenizde ve yakın çevremizde kaç parazit var?

İşyerinizde, köyünüzde kahvenizde, derneğinizde ve partinizde ne kadar parazit var?

Çokkk dediğinizi duyar gibiyim.

Öyleyse sizler, etrafınızdaki tüm parazitlerin sizi aniden öldürmeden önce onların farkına varıp acilen onlardan kurtulmanın yolunu bulun.

Nasıl mı?

Önce kendi kafanızdaki “para+zit olma” fikrini öldürerek…