Köşe yazılarıma verdiğim uzun bir aradan sonra geçen hafta tekrar Sonhaber Gazetesi'nde yazmaya başladım ve eskiden de olduğu gibi, 'çevreyi tehdit etmeyen, çevrenin/afetlerin tehdit etmeyi bir dünya yaratma' mottosu dahilinde, eleştiri ve öz eleştiri kadar, bilimin uygulamaya geçmesini; hayata ve topluma dokunmasını sağlayacak önerileri de bulacağınız köşe yazıları yazmayı vaat ettim. O halde, doğa olaylarını nasıl afetlere dönüştürdüğümüzü yazarak başlayalım…
Depremler, seller, kasırgalar ve orman yangınları gibi doğal olaylar, doğada meydana gelen ve gezegenimizin yaşanabilir hale gelmesini sağlayan olaylardır. Bunlar Dünya'nın doğal döngülerinin normal bir parçası olmakla birlikte, insan topluluklarını etkilediklerinde afete dönüşebilirler. Aslında dünyada kural çok basittir.
'Hayatta kalmak için ya en güçlü olacaksın ya da uyum sağlayacaksın.'
21. Yüzyılda sahip olduğumuz teknoloji bizi çevreye karşı bazı durumlarda güçlü kılabilir. Örneğin güvenli olmayan zeminlerde depremlere karşı güvenli yapılar inşa edebiliriz. Ama bunun içinnitelikli, bilimsel bilgiye sahip ve iyi eğitimli insan kaynağına, aynı nitelikte kontrol ve denetim süreçlerini yerine getirecek personele, ahlak sahibi işverenlere, yöneticilere ve müteahhitlere gerek vardır. Bir de doğal olarak bunu yapmak güvenli zeminde yapılacak aynı nitelikte bir inşaata göre çok daha yüksek maliyetli olacağı için, yapılacak yatırımın karşılığı alabileceğiniz bir bölgede bu inşaatı yapmak gerekmektedir. Biraz önce listelediğim olmazsa olmaz ön koşulları eksiksiz sağlamayı başaramıyorsanız, çevreye karşı daha güçlü olma şansını elde etmeniz mümkün olmayacaktır. Bu durumda ikinci seçenek, yani çevreye yani gezegenimize ve onu oluşturan doğal sistemlere uyum sağlamaya gayret etmek en doğru seçenektir. Maalesef rant uğruna yaptığımız en büyük yanlış, güvensiz, doğaya uyum sağlamamızın mümkün olmadığı,ancak ona karşı bizi güçlü kılacak yüksek maliyetli yapılarla hayatta kalabileceğimiz yerleri yapılaşmaya açmamızdır.Güvensiz zeminlere yerleşmeyi tercih edip, güçlü yapıları da yapmadığımızda afetler kaçınılmaz olmaktadır.
İkinci kural ise yine kolay anlaşılması gereken bir kuraldır:'Tehdit edersen, tehdit edilirsin'. Yani çevreyi tehdit edersen, çevre de seni tehdit eder. Kimi zaman afet olur kimi zaman seni evsiz, kimi zaman aç, susuz bırakır.
Kentleşme, ormansızlaşma ve yanlış sanayileşme gibi insan eylemleri ve yine bizim yanlış tercihlerimizle yol açtığımız iklim değişikliği, doğal olayları afete dönüştürme potansiyeline sahiptir. Çarpık kentleşme, doğal olayların afete dönüşmesinin başlıca nedenlerinden biridir. Kentsel nüfus artmaya devam ettikçe, daha fazla insan sel, toprak kayması ve deprem gibi doğal tehlikelere karşı savunmasız bölgelerde yaşamaktadır. Bu bölgelerde yaşayan insanlar genellikle kendilerini bu tehlikelerden koruyacak kaynaklara veya altyapıya sahip değildir. Buna ek olarak, kentleşme genellikle doğal yaşam alanlarının tahrip edilmesine yol açmakta ve bu da doğal afet riskini artırmaktadır. Örneğin, ormansızlaşma toprak kaymalarına ve sellere yol açar, çünkü bitki örtüsü kaybolmuş topraklar artık suyu tutamaz, toprağı stabilize edemez. Yol açtığımız iklim değişiklikleri, doğal olayların afete dönüşmesinde bir diğer önemli faktördür. Sıcaklıklar arttıkça, fırtınalar ve orman yangınları gibi doğal olaylar daha yoğun ve sık hale gelmektedir. Yükselen deniz seviyeleri ve daha sık görülen fırtınalar, aşırı yağışlar sel riskini artırırken, daha yüksek sıcaklıklar da orman yangını riskini artırmaktadır. Ayrıca iklim değişikliği, insan sağlığı ve refahı üzerinde önemli bir etkiye sahip olabilecek sıcak hava dalgaları ve kuraklık gibi aşırı hava olaylarına neden olmaktadır.
İnsan eylemleri doğal afetlerin etkisini daha da kötüleştirebilir. Örneğin, kötü arazi kullanımı uygulamaları toprak kayması ve sel riskini artırabilir. Kötü inşa edilmiş binalar depremler sırasında çökerek can kaybına neden olabilir. Ayrıca, su kaynaklarının kötü yönetimi sel ve su kıtlığı riskini artırabilir.
Doğal afet riskine neden olan tek faktörün çevre olmadığını belirtmek önemlidir. Yoksulluk, kaynaklara erişim eksikliği ve yetersiz altyapı da bir rol oynamaktadır. Örneğin, yoksulluk içinde yaşayan insanlar sağlam evler inşa edecek ya da bir doğal afet durumunda evlerini tahliye edecek kaynaklara sahip olmayabilirler. Benzer şekilde, temiz suya veya uygun kanalizasyon altyapısınasahip olmayan bölgeler, afet sonrasında salgınlar açısından daha büyük risk altındadır.
Doğal afetlerin etkisini azaltmak için sürdürülebilir kalkınmanın,gelişimlerin ve ekonomik büyümenin tek yolu olarak kabul edilmesi hayati önem taşımaktadır. Bu, yerel çevrenin ve doğal tehlikelerin yarattığı risklerin dikkate alınmasının yanı sıra doğal yaşam alanlarını korumayı ve onarmayı da içerir. Yani çevreyi tehdit etmez, çevre tarafından tehdit edilmez, çevreyi tehdit etmeyen çözümlerle, gezegenimize ve gezegenimizi oluşturan sistemlere uyum sağlamayı ön plana çıkarır.
Ama şunu bilin ki, yukarıda saydığım tüm yanlışları yapmaya devam ettikçe, kaderimiz aynı olacak. Yakın bir gelecekte büyük İstanbul depremi, büyük İzmir depremi, büyük orman yangınları, büyük sel hasarları hayatımızı derinden sarsmaya, yaralarımız henüz sarılmamışken başka yaralar açmaya devam edecek.
Ey ülkem insanı, daha fazla acı yaşamak istemiyorsan, silkelen ve doğrusunu yap.
Herkese iyi haftalar dilerim.