Siyasi partiler demokrasinin vazgeçilmez temel taşlarındandır. Politikaları halkta karşılık bulduğu oranda desteklenirler ve hepsi iktidarı hedefler, yani yönetmek-siyaset etmek isterler.

Böyle büyük hedeflerle yola çıkan bir partinin finansal olarak epey güçlü olması gerekiyor. Genel seçimlere girebilmek için en az 40 ilde il-ilçe teşkilatının ve adresinin olması gerekir. Kira, elektrik, doğal gaz, ısınma ve personel giderleri için epey bir paraya ihtiyacı vardır.

Bu paraları nereden bulabilir?

Parti üye aidatlarından başlayalım.

Her parti üyesinin tüzüğe göre, partisine giriş aidatı ve normal aidat ödemesi gerekiyor. Bu aidatların en az-en çok miktarları yasaya uygun olarak parti tüzüklerinde yazılıdır.

Böyle olmasına rağmen parti üyelerinin partilerine aidat ödemedikleri biliniyor. Örneğin Adalet ve Kalkınma Partisi’nin 11 milyon üyesi olmasına rağmen, 2019 yılına ait gelir gider cetvelinde aidat geliri sıfır (0)’dır.

Aynı durum 2018 yılında CHP içinde geçerlidir. 2018 yılında sıfır (0) aidat geliri vardır.

Demek ki partiler üyelerinden aidat alamıyor.

Bağış veya yardımlar ile de bu işin çözüleceğini düşünmek biraz saflık olur.

Geriye hazine yardımı diye bilinen, devletin partilere yaptığı para yardımı kalıyor. Yani partilerin genel seçimlerde aldıkları oy oranına göre 1965 yılından bu yana yapılan para yardımları.

İktidardaysan zaten en büyük hazine yardımını almakla beraber, devlet imkânlarına da kavuşmuş oluyorsun. Eşit rekabet koşulları ortadan kalkıyor.

Haksızlık ilk başta burada başlamış oluyor.

Devletin büyük desteğine rağmen bu paralar yine de partilere yetmiyor. Hele seçim dönemlerinde harcadıkları paraların haddi hesabı yok.

Canlı TV programları, diğer yazılı görsel medya harcamaları, binlerce afiş bayrak vs. giderler o kadar sınırsız ki, partilerin başka gelirlere de ihtiyacı var.

Genel seçimlerde aday olacak milletvekillerinin partiye yaptığı bağış vs. yardımlar. Nasrettin Hoca’nın dediği gibi, “parayı veren düdüğü çalar” hesabı, parayı ortaya koyan çok rahat milletvekili olabiliyor.

Bu durum genelde sağ partilerde yaygın olsa da, sol partilerde de görmek mümkün.

Çünkü milletvekillerini parti genel başkanları belirliyor, burada partiye yapılan yardımların dışında tüm seçim kampanya harcamalarını da üstlenen adaylar olabiliyor.

İdeolojik tutumlar hariç, bir kişi neden bir partiye yardım yapar?

Karşılığında bir çıkar elde etmek için.

O zaman ne oluyor?

Siyasette para gerekli ama fazla para da siyaseti bozuyor. Bunun birçok örneği bu ülkede yaşandı maalesef.

Yerel seçimler açısından baktığımızda da durum çok farklı değil. Belediye başkan adayları seçim kampanyalarını kendileri yürütüyor. Kazanmaya yakın bir adaysan, yardım yapacaklar sıraya giriyor.

En basit bir meclis üyeliğine bile sponsorlar çıkabiliyor ve bu uğurda epey paralar harcanabiliyor.

Ya da hali vakti yerinde olanlar bile meclis üyesi olabilmek için kırk takla atar hale geliyor.

Neden?

Çıkar sofrasına yakın durmak ve sofraya oturmak için.

Geldiğimiz noktada, siyasetin finansmanı birçok sorun içermekle birlikte, en büyük sorunu denetimsizlik ve şeffaf olmayan tutumlar çok öne çıkıyor. Haliyle bu durumda siyasetçilerin ve yakınlarının kısa sürede haksız bir şekilde büyük servetlere kavuşmasına neden oluyor.

Böyle olunca da siyasetçiye ve siyasete güven kalmıyor. Partilere daha şeffaf ve daha doğru gelirler anlamında aidatlarını da bu yüzden partiye ödemiyorlar.

Hatta partisine yardım ve bağış yapabilecek birçok insan da bu yüzden geri duruyor.

Öyleyse ne yapmak lazım?

Çok basit.

Her ay partiler gelir ve giderlerini sitelerinde yayınlasınlar. Vekiller, belediye başkanları ve yakınları her yıl mal varlıklarını açıklasın. Açıklamayanlar da yine parti sitelerinde açıklansın.

Böylelikle, “ak koyun, kara koyun” belli olsun!