Hadi bakalım!
Yeni yıla yeni bir yazıyla başlayalım.
Ne olacaksa? Yaz yaz at denize. Nasıldı o söz?
'Balık bilmezse Halik bilir' miydi?
Halik de bilmezse…
Ne yapalım, belki bir bilen çıkar bir gün.
Hangi gün?
Hiç bilmiyorum.
Ne demişti, günümüzden dört yüz yirmi yıl önce yaşayan divan şairi, sultan'uş şuara, yani şairler sultanı Baki?
'Kadrini seng-i musallada bilip ey Baki
Durup el bağlayalar karşına yaran saf saf' demişti.
Yani?
Yani demişti ki,
Ey Baki, kadrini (kıymetini) musalla taşında (sen ölünce) bilecek olan dostların, o gün geldiğinde karşında durup önünde el bağlayacaklar.
Nasıl el bağlayacaklar?
'Saf saf!'
Baki, zeki insan!
Divan şairlerinin taklitçiliklerini, kalıplaşmış söz düşkünlüklerini…
Hele Arapça, Farsça kelimelerle, tamlamalarla dolu süslü, ağdalı dillerini…
Toplum sorunlarından uzak durmalarını…
Saraya ve saray çevresine çöreklenmelerini…
Saray şairi olmaya heveslenmelerini…
Bir kese altın peşinde koşmalarını…
Bunun için, altın ve itibar için, methiyeler düzmelerini bir kenara bırakacak olursak, hakikaten zeki insanlardı, divan şairleri.
Aslında, beni saymazsak, kendimizi övmüş olmayalım; tüm yazarların, şairlerin; sanatçıların zeki insanlar olduklarını söyleyebiliriz.
Baki de zekasından aldığı güçle intikam almak istiyor, hayattayken kıymetini bilmeyen, kendisine selam dahi vermeyen insanlardan.
Kelime oyunu yapıyor…
Hem de iki kez.
'Nasıl?'diyecek olursanız…
Şu havaya dikilmiş başparmak işareti dışında sizin bir şey dediğiniz de yok ama…
Biz kendi kendimize soruyoruz işte…
Mısraındaki inceliği anlamayacak olanları 'saflıkla' itham ediyor Baki.
'Şair burada şöyle diyor,' diyecek olursak…
Siz de merak edip,
'Ne diyor?' diyecek olursanız…
Beyit sonundaki 'saf' kelimesini hem saf tutmak anlamında kullanıyor hem de 'saf' olmak anlamında kullanıyor.
Hem, hayattayken kıymetini bilmeyenleri saflıkla suçluyor hem de alttan alta, şiirindeki söz oyununu anlamayacak olanları saflıkla suçluyor.
Oysa üstadı Zati, Rimelci Zati tarafından 'üstad-ı Şiran-ı Rum' olarak, devrinin divan şairleri tarafından da 'sultan'uş şuara' olarak adlandırılmıştı.
Muhubbi'den de; Muhubbi kim diye soracak olursanız, onu da kendiniz araştırın; bolca mükafat almış ve önemli devlet görevlerinde bulunmuştu.
Ama Baki'nin istediği, Şeyh'ul-İslamlıktı.
Bize gelince…
Yazıyoruz işte.
Ve korkarım ki yeni yılda da yazmaya devam edeceğim.
Bildiğim başka hiçbir ilaç yok.
O derece çaresizim.