Bu yıl 53 yaşımdayım ve bu benim Anadolu Gazetesinde yaklaşık 10 yıl yazdıktan sonra Sonhaber Gazetesinde yazmış olduğum 53. yazım.
Geçen haftaki yazıma, “Eğer başkalarının dertleriyle dertlenen biriyseniz, dünya sizin için gerçek bir cehennem. Hayat, bize birçok ders verir. Her an, her anı bize bir şeyler öğretir. Ancak, belki de en acı veren ve en derin düşündüren derslerden biri, başkalarının dertleriyle dertlenmenin getirdiği yükü taşımaktır. Çünkü bu dünyada, o kadar çok dert, hüzün ve keder var ki, bazen onların ağırlığı altında ezilmemek imkansız gibi görünmektedir.” şeklinde başlamış, gözlemci bir bilim insanı olarak, dünya sahnesindeki insanlık dramını izlemenin beni derinden etkilediğini ifade etmiştim.
6 Şubat günü sıradan bir güne uyandığımı sanıyordum. Her zamanki gibi ilk iş cep telefonumdan gelen mesajlara baktım. Türkiye’nin Güneydoğusunda çok büyük bir deprem olduğuna ilişkin bir sürü mesaj var. Hemen bir haber kanalını açtım. Haberlerde Kahramanmaraş Merkezli 7.6 şiddetinde bir deprem olduğundan bahsediyor. Aklıma, o dönemde TUBİTAK Marmara Araştırma Merkezinde, Gebze’de çalıştığım için yarattığı yıkıma bizzat şahit olduğum 17 Ağustos 1999 Depremi geldi. Gözlerimden yaşlar süzülmeye başladı. 1999 depreminden bugüne geçen 24 yılda acılardan, ölümlerden bile ders çıkaramadığımızı bildiğim için, ertesi güne sıradan bir güne uyanmak için yatağa giren milyonlarca kişi, sıradan olmayan şekilde uyanmış, kurtulabilenler olmuş, yüzbinlerce kişi enkaz altında can vermiş, yüzbinlerce insan kurtarılmayı bekliyordur diye düşündüm. O günden sonra deprem bölgesinde evsiz, çaresiz milyonlarca insanımızı düşündükçe, yattığım yatak bana battı, yediğim lokmadan utandım.
2008-2017 yılları arasında dokuz yıl, Yer ve Uzay Bilimleri Enstitüsü Müdürlüğü yaptığım dönemde hazırlanmış afetlerle ilgili pek çok yasaya kurumsal olarak katkı sağlamış, karar verme noktasında etkili birçok siyasetçi, yerel yönetici, teknotrat, bürokratla temasta bulunmuş, pek çok meslek örgütü, meslek insanına, kamu ve özel sektör çalışanlarına, sivil toplum örgütlerine, öğrencilere ve akademisyenlere temas etmiş biri olarak “acaba daha fazlasını yapabilme şansım var mıydı bu yıkımı önlemek için” diye kendimi de suçladım. Yaşadığım üzüntü ve stres nedeniyle her geçen gün biraz daha fazla vücudumda katılaşma oluştu ve hareket kısıtı yaşamaya başladım. Boynumu çeviremiyor, bacağımı kaldıramıyor, saçımı tararken bile zorlanıyor, zaman zaman yutkunmakta güçlük yaşıyor, konuşurken sözcükler sanki ağzımda düğümleniyor ve akıcı konuşamıyordum. Yine zaman zaman çift ve bulanık görüyordum. Neredeyse bir yıl geçtikten sonra sıkıntılarım çok arttığı için doktora gittim.
Çok önemli bir sıkıntım olmadıkça doktora gitmek bana hep zor gelmiştir. Hatta ufacık şeyler için doktora giden kişileri kendi kendime eleştirmişimdir. Daha iyi görünmek için her fırsatta kuaföre, güzellik merkezine giden insanları gördükçe kendi kendime “bu kadar kendine zaman ayıracak kadar zamanı değersiz, kendi bu kadar değerli mi” diye sormuşumdur. Dolayısıyla çok büyük bir sorunum yoksa doktora gitmemişimdir. Birçok kez spora başlamak niyetiyle spor merkezine, havuza kayıt yaptırmış, ancak birkaç kez gittikten sonra bırakmışımdır. Yemek yemeyi bile kendime zaman kaybı olarak görmüş, ihtiyaç duydukça olabildiğince hızlı bir şekilde en kolay şekilde karnımı doyurabileceğim şeylerle beslenmişimdir. Benim için ne kadar güzel göründüğün değil, ne kadar çok güzel işler yaptığın önemli olduğundan 20 yılı aşkın süredir saçımı ve sakalımı kendim kesmişimdir. “10 küsür milyar yıllık evrende, 4 milyar yıllık dünyada bir garip insan olarak ne derecede değerli olabilir ki bir kişi, en fazla yarattığı değerler kadar değeri olabilir” diye düşünmüşümdür.
Ama yanılmışım. Aslında her insanın kendi ruh ve beden sağlığına önem vermesi gerekiyormuş. Aslında her insanın çok değerli olduğu gibi, sandığımdan daha değerliymişim. Bunu 53 yaşımda son üç aydır gittiğim hastanelerde peşi sıra konulan hastalık teşhisleri çıkınca anladım. Değerlisiniz. Hiçbir şey değilse, sizi sevenler, size güvenenler için değerlisiniz. Yıllar sonra ilk kez bayram tatilinde oğlumla birlikte saçımı kestirmeye berbere gittim. Spora başladım. Ozon terapiye ve fizik tedaviye gidiyorum. Artık başkalarının dertlerine üzülsem de, bu dertleri içselleştirmemeye çalışıyorum. Basit şekerli gıdaları hayatımdan tamamen çıkardım. Tuzdan ve unlu gıdalardan olabildiğince uzaklaştım.
Bana konulan teşhislerden ikisi, genel çerçevede nörolojik bozukluklar. İkisinin bir arada görülmesi çok nadir olsa da, bu hastalıklardan hareket bozukluğuna yol açan ilkini diğerine göre daha az önemsiyorum, zira bu hastalık gelişen tıpla erken teşhis edildiğinde kontrol edilebilen ve uygun tedavi ve doğru yaşam tarzıyla hastaların yaşam kalitesini uzun bir süre çok etkilemeyen bir hastalık olduğu gibi beni çok fazla olumsuz etkilediğini düşünmüyorum. Ama diğer rahatsızlığım olan Myastenia gravis (MG), hayat kalitemi çok düşürüyor.
MG, sinir uyarılarının bilinçli olarak kontrol ettiğimiz kaslara iletilmesindeki bozukluktan kaynaklı otoimmün bir hastalık. MG, bağışıklık sisteminin yanlışlıkla kendi vücut dokularına saldırmasıyla ortaya çıkıyor ve bu hastalıkta, bağışıklık sistemi kasları kontrol eden nöromüsküler bağlantıları hedef alıyor. MG'de sinir ile kas arasındaki iletişimi sağlayan sinir uçlarında iletim bozukluğu ortaya çıkıyor. MG'nin ana belirtisi kas güçsüzlüğü. Bu güçsüzlük genellikle günün ilerleyen saatlerinde daha belirgin hale geliyor ve dinlenme ile geçici olarak düzeliyor. Tipik olarak, göz kasları, yüz kasları, çene, boğaz ve boyun kasları gibi yakın mesafedeki kaslar ilk etkileniyor. Bu nedenle, ilk semptomlar genellikle çift görme, yüz kaslarında zayıflık, konuşma ve yutma güçlüğü gibi belirtilerle ortaya çıkıyor. MG, doğru ve zamanında tedavi edilemezse hastalığın şiddetine göre çok ciddi ve hayatı tehdit edici olabilse de, birçok kişi, düzenli tedavi ve yakın izleme ile oldukça iyi bir yaşam kalitesine sahip olabiliyor. Bu nedenle, MG hastaları genellikle bir nöroloji uzmanı tarafından ömür boyu izleniyor ve bu hastalara çeşitli tedaviler uygulanıyor.
Açık söylemek gerekirse, şanslı olduğumu düşünüyorum, çünkü yaşadığım şehirde, Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Hastahanesinde bu hastalık konusunda son derece deneyimli ve yetkin bir hekim olduğunu öğrendim. Doç.Dr.Demet İlhan Algın hoca ve gerçekten çok yetkin bir hekim ve çok iyi bir insan. Ülkemizde hastaları ve hasta yakınlarını memnun etmenin ne derece güç olduğunu, tanıdığım hekim arkadaşlarımdan biliyorum. Ama Demet hocadan karşılaştığım hastalarının ve hasta yakınlarının hepsi son derece mennun. Gerçekten insanlara şifa dağıtabilmek için insan üstü bir çaba sarf ediyor. Çoğu zaman, Üniversite hastanesindeki bürokratik, idari ve mali sıkıntılara, eskiyen ekipmanlara rağmen, bunu hastalarına yansıtmadan mucizeler yaratıyor ve aslında hafife alınmayacak bu hastalığa ve pek çok başka nörolojik hastalığa sahip hastaları hayata bağlıyor.
Hayatımın bu aşamasında, kendi sağlığımın ve iyiliğimin değerini anlamak için geç kalmış sayılabilirim. Ancak, bu geçiş dönemi, benim derinlemesine düşünmeme ve önemli bir gerçeği kavramama yardımcı oldu: Her birimizin, kendi ruh ve beden sağlığına özen göstermesi gerekiyor. Bu hastalıkları öğrendiğimde çok üzülmüştüm ama artık, bu gerçeği fark ettiğim için şanslı hissediyorum. Tabii bu süreçteki en büyük şanslarımdan birisi de sevgili eşim Saye. Kendimi çok hüzünlü hissettiğim her anda bana destek oldu ve moral verdi. Beslenme şeklim konusunda ve yaşam tarzım konusunda beni dikkatle takip ediyor ve yönlendiriyor.
Bende çeşitli hastalıkların teşhis edilmesi, hayatımın önemli bir dönüm noktası olacak. Ancak, bu hastalıklar beni yıldırmıyor; aksine, hayatımda yapabileceğim değişiklikler ve tedavilerle başa çıkabileceğimi biliyorum. Artık, kendime ve sağlığıma daha fazla zaman ayırmayı öğreniyorum. Spora başlamak, düzenli tedaviler almak ve sağlıklı yaşam alışkanlıkları geliştirmek gibi adımlarla, kendimi daha iyi hissediyorum ve geleceğe daha umutla bakıyorum. Artık her günümü, sağlığımı korumak için değerli bir fırsat olarak görüyorum.
Bugüne kadar hayatta çok büyük zorluklarla karşılaştım. bunların hepsinden başarıyla sıyrıldım. Bana göre bu, yeni bir zor sınav değil, bana gösterilen yeni bir yol. Bu hastalıkları da Allah’ın izni, sevdiklerimin ve sağlık çalışanlarımızın desteği ve yardımıyla alt edeceğim ve daha uzun yıllar insanlar ve dünyamız için çok daha fazla yararlar üretmeye devam edeceğim.
Herkese sağlıklı ve güzel bir hafta diliyorum.