Belediyenin kelime kökeni, Arapça baladī "kente ait olan, kentsel" sözcüğünden türetilmiştir.
Başkan kelimesi ise, tarihte en eski kaynak, başgan "büyük balık, lider" [ Divan-i Lugat-it Türk (1070) ]
"reis" (Arapça rAs kökünden gelen raˀīs "baş kişi, önder, yönetici, kaptan" sözcüğünden alıntıdır.
Belediyelerin kuruluşlarının, Avrupa’da sanayi devrimi sonrası, Osmanlı’da ise ilk mahalli idare birimi Tanzimat Fermanının ilanından sonra 1855 yılında “Şehremaneti” adıyla oluşturulan İstanbul Belediyesi’dir ve belediyenin “meclis”inin bulunması da çok kayda değer bir durumdur.
Bu dönemde yerel yönetimlere, “Şehremaneti”, onun başkanına da “Şehremini” deniyor. “Şehremini”, eski dilde “şehrin emin kişisi” anlamına geliyor. Yani şehri emanet ettiğiniz “güvenilir kişi” belediye başkanı anlamına geliyor.
Emanet ne demek? Senin olmayan bir şeyi korumak için belli bir zaman için sana teslim edilen ve zamanı gelince de iade edilen bir şey.
Tabi burada üzerinde durulması gereken konu, belediye başkanının, “Şehremini” yani “güvenilir” kişi olmasına çok önem verilip, dikkatle üzerinde durulmasıdır.
Başlangıçta böyle bir göreve talip olacak kişiyi önce üyesi olduğu parti inceler, parti geçmişine ve partiye yaptığı hizmetleri dikkate alır, “Şehremini”, yani “güvenilir” kişi midir, sonra sorar soruşturur ve layıksa aday gösterir ve seçmenin karşısına çıkartır.
Peki, 5 yılda bir seçimle göreve gelen bu “güvenilir” kişinin, güvenilir olup olmadığını parti üyeleri ve halk nasıl anlayacak?..
Tabi ki bu durum her partide değişiklik gösterir.
Bazı partiler temayül yoklaması adı altında, kimler aday olsun diye parti örgütlerine ve üyelerine sorar veya sormuş gibi yapar, ancak sonuçları, parti genel başkanından başka hiç kimse bilemez. Bu duruma da parti içinden en ufak ses çıkartılamaz, çünkü birinci çıksan bile, hiç anlamının olmadığını herkes bilir. Sonuçta genel başkan kimi isterse onu belediye başkanı adayı yapar. Herkes de bu duruma biat eder.
Genel başkan hiçbir kurala bağlı olmadan adayları belirleyiverir. Bir bakmışsın çok zengin biri aday yapılmış, hatta mevcut vekiller aday olamaz dendiği halde.
Partide çok değişik gelişen olaylar nedeniyle ve tek adam, tek seçici yanılgısıyla “doğru adayı” belirleyememişse, önce partililer isyan eder, çünkü aday partili değil, üstelik dün iyi bir partiden ayrılıp partiye gelmiştir, gelir gelmez, yıllardır parti emektar lığını yapanların en önüne geçip, aday oluvermiştir. Haliyle bu durum memnuniyetsizlik yaratır, bu memnuniyetsizlik dalağa dalga şehre yayılır o zaman duruma halk el koyar, kendi partilisinin oy vermediği adaya halk ta oy vermez ve şehirde yaşayanlar, “güvenilir adayı” kendisi tayin eder.
Genelde sağ partilerde durum aşağı yukarı böyledir.
Sol partilere bakacak olursak, durum biraz daha farklı, ilin, ilçenin durumuna göre, bazı yerlerde hâkim denetiminde ön seçim, bazı yerlerde temayül yoklaması yapar ve yoklama sonucuna uyar, bazı yerlerde ise genel merkez parti meclisi kararı ile bazen de genel başkan kararı ile aday tespit edebilir.
Ön süzgeçten ve belli geleneklerden geçen ve aday ilan edilen bu parti adayları için, esas yarış seçim meydanındadır.
Tabi bu arada kimin en çok “güvenilir aday” olduğuna halk karar verecek olmasına rağmen, işin içinde parti oylarının belirleyici olması çok önemlidir.
Parti üyesi, partisine sadık olanı sever, sayar, ikide bir parti değiştirene şüpheyle bakar. O zaman partisine oy vermekten vaz geçebilir, ya sandığa gitmez, ya da oyum boşa gitmesin diye kazanabilecek en güçlü adaya oy verir.
Tüm bunların dışında bir de şehrin genel durumu söz konusu olur. Sosyal hayat yönünden ve yaşam biçiminden memnun ise, özellikle kadın seçmenler, en azından bu durumu korumak adına, kendine en yakın parti adayına oy vererek kendini koruma altına almış olur.
Sonuçta da “güvenilir” olan “şehrin emin kişisine” oy vermiş olur.