Siyasetin bizdeki genel anlamı, yönetme işidir. Yönetme işi ise, yerel veya genel anlamda iktidar olmakla mümkün olur.
Peki, bu yönetim işi neden yapılır?
Kısaca, hayatı, barış içinde yaşanabilir olarak düzenlemek, devam ettirmek ve bunun için en iyiyi doğruyu bulmak için yani insanın mutluluğu için yapılır.
Yönetmek üzere yani iktidara gelmek için genel olarak siyasi partilere ihtiyaç vardır. Siyasi partiler yönetme işini yürütecek kişileri yerel veya genel seçimlerde, üyelerine veya ilgili kurullarına sorarak veya sormadan aday olarak ilan eder, seçilenler siyaset yapmaya yani yönetmeye başlamış olur.
Siyasetin, batı ülkelerinde işlevi ve anlamları farklı değerlendiriliyor olsa da, bizde siyaset ve politika bazen aynı anlamda, bazen de farklı anlamlarda kullanılır ve değerlendirilir, bazen de ikisi birbiri ile karıştırılabilir.
Siyaset yapabilmek için yani yönetmek için, kişisel olarak bir alt yapının olması şart ve köylerden-mahalleden başlayarak, ilçe, il, Türkiye ve Dünya ile ilgili politikaların, fikirlerin, düşüncelerin olması gerekir. Yani hayatın her alanıyla ilgili olarak fikir, düşünce ve planlarının olması gerekir. Bunlar yoksa seçildiğin-yöneteceğin zaman ne yapacağını bilemeyebilir, mevcut yürüyen durumu bile kavraman ve anlaman zorlaşır, hatta yönetemez yürütemeyebilirsin.
Peki, bu politikaları kimler üretir?
Politikayı, partiler ve partilerdeki partililer, politikacılar ve siyasetçiler üretir. (Öneri veya teklif için bağımsız politik üretimler de söz konusudur, akademisyenler, siyaset bilimciler, araştırma kuruluşları vs.)
Genel olarak sağ partilerde, parti genel başkanı ve yakın dar çevresi politika üretir. Ellerinde zaten hazır malzeme vardır, bunlar “muhafazakârlık”, “dindarlık”, “liberallik”, “milliyetçilik”, “ülkücülük”, “millilik” gibi. Arada bir “demokrasi”, “insan hakları” gibi laflarla da süsleyerek her kesime ulaşmak isterler.
Sonuçta yukarıdan aşağıya doğru alınan politik karar en tabandaki üyeye-seçmene kadar ulaşması için büyük bir çaba harcanır, böylelikle, “söylem birliği”-“aynı dil”-“aynı tavır” oluşturulmuş olur. Yaygın biat kültürü nedeniyle de, hiçbir itirazla karşılaşılmaz, çünkü her şey “talimat” olarak anlaşılır.
Sol partilerde ise teorik olarak, politikaların aşağıdan yukarıya doğru belirlenmesi esas olmasına rağmen tam olarak uygulandığı söylenemez.
Onların da ellerinde hazır malzemeler ve söylemler hep vardır. “devrimcilik”, “sosyalizm”, “kominizim”, “demokrasi”, “hukuk”, “çevre”, “insan hakları” gibi.
Yani aşağıdan yukarıya doğru politika oluşturma, genel siyaset içinde yok gibidir, yerel iktidarı varsa belki o parti fark yaratabilir… Ancak genel olarak konu da bu partilerde de boşa çıkmış oluyor.
Sosyal demokrat partilerde ise, bu konu tam bir arabesklik durumu söz konusudur.
Yukarıda saydığım sağ ve sol partilerin elindeki malzemeler ve söylemlerin tümünü harmanlar, bazen çok “devrimci-solcu” olduğunu söyler, bazen de “milliyetçi” olduğunu söyler.
Sol değerlere ve fikirlere çokça atıf yapılmasına rağmen, “söylem solculuğu” halinden kurtulamaz, hatta zaman zaman “eylem solculuğu” da yapsa, bu durum partiyi solcu parti yapmaz.
Ancak sosyal demokrat partilerin, insan yaşamının en iyiye doğru gitmesi yönünde çaba içinde olması en temel görevi olmasıyla birlikte ve bilime dayalı politikalar üretme çabası onu “çağdaş” ve “güncel” tutar. Çağdaş ve güncel bir partinin ömrü de uzun olur, yani sağ partiler gibi, parti lideri ölünce parti de ölmez.
Sosyal demokrat partiler Avrupa’da zaman zaman iktidar olurlar, zaman zaman da iktidar ortağı olarak ülkelerini yönetirler. Seçim kaybeden partinin genel başkanının hemen istifa etmesi, yazılı bir kural olmasa da bir gelenektir. Bizde ise durum çok farklıdır. Seçim kaybeden genel başkanın istifa etmesi bir yana, gitmemek için elinden geleni yapabilir.
Bu durum ancak, o partinin üyelerinin ve yöneticilerinin, politik nitelikleriyle orantılı olduğunun resmidir. Yani politika üretemeyen partinin dağınıklığının halidir.
Partisine umut bağlayan partililer ve seçmenler, seçim yenilgisi karşısında, partisini ancak, partiden istifa ve sandığa gitmeyeceğini tehditti ile yola getirebiliyorsa burada birçok sorunun olduğu aşikârdır.
Neden?
Eğer çağdaş sosyal demokrat bir parti, seçim yenilgisi sonrasını liderini, parti içi hukuk ve kurallarla değiştiremiyorsa, o partinin çağdaş sosyal demokrat bir parti iddiası kâğıt üstünedir.
O zaman ne yapmak lazım?
Çok açık ve net.
Parti örgütlerin en küçük örgütü mahalle örgütleri veya üyeleri olduğuna göre, konuyu buradan itibaren incelemekte fayda var. Mahallede nitelikli üyeler ağırlıkta ise, içlerinden birini seçimle mahalle temsilcisi olarak belirleyip (mahalle meclisleri), ilçe örgütüne bildirirler, nitelikli üye yoksa ilçe teşkilatı en uygun kişiyi bu işle görevlendirir. Yine bu kişi ve üyelerin nitelikleriyle orantılı olarak mahalleye özgü politikalar burada üretilmeye başlar ve ilçe teşkilatına iletir.
İlçe örgütü tüm mahallelerden gelen bu politikaları derleyip ilçenin politikasını, il başkanlığına, il örgütü ise ilçelerden gelen politikaları toplayıp ilin politik tutumunu, genel merkeze, tüm illerde bu şekilde genel merkeze ulaştırdıkları politikaların toplamından da genel merkez de genel bir politika belirler.
Batıdaki çağdaş sosyal demokrat partilerde izlenmesi gereken “politika üretimi” işleyişi böyle. Bizde ise dönem dönem “söylem olarak” buna yakındır, bazen de çok uzak ya da arabesk.
Çünkü partilerde politik niteliği olan yönetici yok denecek kadar azdır. Çünkü seçim işlerinde-sathında nitelikten ziyade “patrona” biat edenlere yer verilir. Nitelikli üye parti içinde varsa bile, parti içindeki oligark yapılar tarafından fırsat verilmediği için partiye oy vermekten başka katkıları yok.
Böyle olunca da politika üretimi yapılamıyor. Sağ partilerde olduğu gibi politika yukarıdan belirlenmiş oluyor. Fark şu; sağ partilerdeki söylem birliği sosyal demokrat partilerde çalışmıyor ve gerçekleşmiyor. Çünkü biat kültürü zayıf.
Siyasette temel konu, barış içinde “insan mutluluğu” olduğuna göre, politika üretimi en tabandan, yani, halkın ihtiyaç ve istekleri yönünde üretilmesi gerektiğinden, politika aşağıdan yukarıya doğru belirlenmesi gerekirken, bunun uygulama olarak hayata geçmediğini görüyoruz.
Böyle olunca siyasi partiler esas temel amaçlarından uzaklaşmış, yukarıdan dikte edilen politik söylemler ile kitlesine yön vermeye çalışan parti durumuna düşüyor. Hele bir kendi içine dönük sorunlar varsa, kendi iç işleriyle uğraşan ve birilerinin bir yerlere seçilmesine vesile olmaktan başka bir işe yaramamış oluyor.
Yani halkın derdine derman olmuyor.
O zaman sağ-sol partiler neden kurulur, neden siyaset yapılıyor?
Birilerinin yüksek imkânlarla, maaşlarla kavuşması için torpille milletvekili, olamayanların yüksek maaşlarla bürokrat atanmasına, sülalesini-tayfasını işe alan, hiç de hak etmeyen birilerinin belediye başkanı, çıkar kovalayan, zübüklerin-düdüklerin parayla-turayla meclis üyesi vs. olması için mi yapılır?
Tabi hayır!
Ancak,
Acı ama gerçek ve ne yazık ki şu anki mevcut durum tam da böyle!
Kimin suçu?
Hepimizin!