Geçen haftaki yazımda giderek artan hava sıcaklarının küresel iklim değişikliklerinin bir sonucu olduğunu vurgulamış ve küresek iklim değişikliklerine bağlı olarak her geçen gün mülteci sorununun biraz daha arttığını ifade etmiştim.
İklim değişikliklerine bağlı mülteci sorunu, sadece bugünü değil, gelecek nesilleri de etkilemekte. Bu nedenle, iklim değişikliğinin önlenmesi ve etkilerinin hafifletilmesi için kararlılıkla hareket etmek gerekmekte. Bu amaçla fosil yakıtlardan temiz enerji kaynaklarına geçiş, enerji verimliliğinin artırılması, ormanların korunması ve sürdürülebilir tarım uygulamalarının teşvik edilmesi gibi önlemler alınmalıdır. Aynı zamanda, toplumlar arasındaki farkındalığın artırılması ve iklim değişikliğiyle mücadelede bireylerin ve kurumların sorumluluklarının farkında olmaları önemlidir.
İklim değişikliğine bağlı olarak ortaya çıkan mülteci sorunu, dünya liderlerinin öncelikli gündemlerinden biri haline gelmelidir. İklim değişikliğiyle mücadele ve mülteci sorununun çözümü, küresel işbirliği, liderlik ve adil bir yaklaşım gerektirmektedir. Uluslararası toplum, mültecilere insani yardım ve koruma sağlamak için kaynakları artırmalı ve mültecilere sosyal, ekonomik ve eğitimsel entegrasyon imkanları sunmalıdır. Aynı zamanda, iklim değişikliğiyle mücadelede acil önlemler alınmalı ve temiz enerji kaynaklarına geçiş teşvik edilmelidir.
Geleceğimizi ve dünyamızı korumak için, iklim değişikliğiyle mücadele etmek ve mültecilere destek olmak için harekete geçmeliyiz. Bu, insanlık için bir zorluk olsa da, birlikte çalışarak ve ortak çabalar göstererek bu sorunların üstesinden gelebiliriz. İklim değişiklikleriyle ortaya çıkan afetler, kuraklık, tarımsal üretimin azalması, kaynakların azalması sonucunda çıkan bölgesel çatışmalar mülteci sorununu giderek büyütüyor. Bu sorunun küresel bir sorun olduğu ve ortak bir çözüm gerektirdiği gerçeğinden hareketle, insanlığın geleceğini güvence altına almak ve daha adil, sürdürülebilir bir dünya inşa etmek için bugünden harekete geçmeliyiz. Yoksa bugün seyirci kaldığımız bu sorunlar bizim için de günün birinde son çare olarak yaşanabilir yerlere göçü zorunlu hale getirecek. Yaşamlarını sürdürmek arayışıyla Ege'de ve Akdeniz'de tehlikeli ve güvensiz yolculukları göze alanlarla ilgili empati kurulmasını sağlamak için söylediğim bir söz vardı: 'Kimse kara denizden güvenli olsa, bu tehlikeli yolculuğa çıkmaz.' Yine o yıllarda Pınar Öğünç'ün 'İzmir'de 'meçhul' mülteciler mezarlığı' başlığıyla yayımlanan, İzmir Bayraklı'daki Doğançay Mezarlığı İmamı Ahmet Altan ile yaptığı görüşmeyi aktardığıçok etkileyici bir köşe yazısı vardı. Bu yazının bir kısmını paylaşmak istiyorum sizlerle.
'Ölüm sıralı değil, biliyoruz. İnsanın ve kurduğu düzenin karanlığını da. Savaştan sağ kurtulup daha iyi bir hayat hayaliyle canını gözden çıkarıp Avrupa yollarına düşenleri, misal üç-beş yaşındaki çocukları, duasını okuyup da gömdükten sonra isyan ediyor mu Ahmet Altan? Bir an durdu, 'İnsanlığımdan utanıyorum bunları gördükçe' dedi… 'Sadece kendi çocuklarının geleceğini düşünenler, başka çocukların geleceğini karartıyor. Koşturup oynayacak yaştakileri mezara koyuyoruz. Bu insanlık değil'.
40 yıldır İzmir'de yaşayan Altan'ın hayali Arapça hocalığı yahut hafız yetiştirmekken kendisini imam olarak bulmuş. 'Camide imamlık herkes yapar' diyerek 35 yılını mezarlıklarda vazifesini ifa ederek geçirmiş. Kulağında hoca olan amcasının 'Mezarlıkta camiden gelen de göreceksin, meyhaneden gelen de. Hepsine eşit muamele edeceksin' öğüdü…
Altan'ın mültecilere ayrılan mezarlık için hem ayrı bir ihtimamı, hem de son görev yeri oturtmaya çalıştığı şahsına mahsus bir kroki sistemi var. Başka yapanı o duymamış. Mezarlıklar pafta birimiyle kaydediliyor lakin bir paftaya kimi zaman beş yüz mezarın denk gelebildiği hallerde, bilhassa da kimsesizler mezarlıklarında karışma ihtimali yüksek oluyor. Altan, bir gün her bir ölünün sevdiklerine en azından mezar başında ulaşabileceği ümidiyle kurdukları sistemi, Adli Tıp'tan gelen raporları sınıflandırdıkları kutuları, eliyle çizdiği krokileri gösteriyor. Ölü Kayıt Defteri'ni açıyoruz, 'MEÇHUL' denen kutuları karşılaştırıyoruz. Tüm rakamlar eşleştiğinde gururla, 'bak nasıl tutuyor' diyor.
İmam Ahmet Altan sonradan akrabaları gelip de kimlikleri tespit edilen, biri sekiz aylık, diğeri iki yaşında iki kardeşin mermer kaplanmış mezarını gösteriyordu. Her şeye rağmen başlarına isimlerinin yazılabilmesinden bir nebze ferahlık duymuş gibiydi, özellikle görelim istiyordu. O sırada telefonu çaldı, bir aylık Suriyeli bir kız bebeğin cenaze namazını kıldırması gerektiği haberini aldı. Aşağıda imamı bekleyen baba Şamlı Mohama 23 yaşında, bebek Lean ilk çocuğu. 'Evvel veled' dediği Lean hasta doğmuş, bir ay hayatta kalabilmiş. İşsiz olan Mohama ve ailesi Eşrefpaşa'da yaşamaya çalışıyor. Mahalleden bir tanıdıkla birlikte iki kişilik cemaatle namazı kılınarak, bu gezegende canlı bir ay geçirebilmiş Lean toprağa veriliyor sonra.
Sahil Güvenlik'in savcılığa teslim ettiği cenazeler, DNA tespiti ve sair tetkikler için Adli Tıp'a götürülüyor. Burada bir ihtimal yakını çıkar denerek 15 gün bekletiliyor. Sonrası Doğançay Mezarlığı… Altan, şu an Ege Denizi'nde onların bildikleri 330 ölü olduğunu söylüyor. Kimsesizler mezarlığının mülteciler bölümünde 'kimliği meçhul' olarak gömülmüş 136 cenaze var, sahipli Suriyeli mezarlarıyla rakam 400'e ulaşıyor. Kimliği meçhul olanlardan sekizinin kim olduğu, DNA kaydı sayesinde daha sonra tespit edilebilmiş. Bir aileden 17 kişi botlarla Ege'ye açılan, dört kayıp veren İsmetullah, gelip 412. adadan yakını bulmuş örneğin.
Daha geçen hafta iki çocuk ve bir kadın gömülmüş. Altan, ölenlerin yüzde 60'ının kadın ve çocuk olduğunu söylüyor. Halep'te hamile kalıp Konya'da doğuran, Ege'de çocuğuyla boğulup, bu mezarlığa gömülen bir kadın mesela… Unutamamış. AB'yle anlaşma öncesi mart başında yoğunlaşan geçişlerin neticesi de ne yazık ki cenazelerde artışı olmuş. Cenazelerin çok büyük bir kısmı 2016 yılından. Altan bazı Adli Tıp raporlarını gösteriyor, cinsiyet dahi belirlenememiş. Balıklar yemiş çünkü. Altan, iki yaşından küçük çocuklar için köşede ayrı bir yer ayırmış, 'Büyükler arasında ezilir yoksa çocuklar' diye bir cümle çıkıyor ağzından, üzerine laf edemiyorsunuz.'
Gerçekten bunların üzerine laf etmek çok zor ama bunca yaşanan şeye rağmen iklim değişikliklerinin 21.yüzyılın en önemli sorunu olduğunun bilincinde olmayanlara söyleyecek bir sözüm var. Geçen haftaki yazımın başında cehennem sıcakları benzetmesi yapmıştım. O bir şey değilmiş, bu hafta 400 bin yılın en sıcak havası geliyor. Bu sıcaklar, hala iklim değişiklikleri konusunda ayılmayanları ayıltır mı, bayıltır mı bilmem. Ama görünen o ki, yakın gelecekte, iklim değişikliklerine bağlı gerekli tedbirleri almadığımız, yatırımları yapmadığımız için,kıymetini bilmediğimiz bu verimli ve cennet topraklar çaresizliğimize çare olamayacak.