Zamanın birinde, bir adam, tek başına hüzünlü bir şekilde oturuyormuş. Onun hüzünlü şekilde oturduğunu gören hayvanlar ona yaklaşıp şöyle demişler:
'Seni böyle hüzünlü görmek hoşumuza gitmiyor. Ne istiyorsan onu getireceğiz.'Adam: 'iyi görebilmek istiyorum' demiş. Akbaba buna karşılık olarak 'Benim yeteneğimi alabilirsin' demiş.
Adam: 'Güçlü olmak istiyorum' demiş.
Jaguar buna karşılık olarak 'Benim gibi güçlü olacaksın' demiş.
Daha sonra adam 'dünyanın gizemlerini öğrenmek istiyorum,' demiş.
Yılan, 'sana onları göstereceğim' diye yanıt vermiş.
Öbür hayvanlarla da bu böyle devam etmiş. Adam onların verebileceği bütün hediyelere sahip olduktan sonra oradan uzaklaşmış. Sonrasında geyik, öbür hayvanlara 'Adam artık bir çok şeyi biliyor ve bir çok şeyi yapabilecek kabiliyette, ihtiyaç duyduğu her şeye sahip! Şimdi hüznü son bulacaktır.' demiş
Baykuş 'hayır' diye yanıtlamış. 'Adamın içinde bir delik gördüm. Asla doyuramayacağı bir açlık kadar derin. Bu onu, hüzünlü olmaya ve sürekli istemeye yöneltmektedir. Almaya ve toplamaya devam edecektir. Günün birinde dünya şunu söyleyene kadar '
'Tükendim sana verecek bir şeyim kalmadı.'
Bu hikaye, günümüz dünyasının sıkça karşılaştığı bir gerçeği yansıtıyor: Doğal kaynakların sorumsuzca tüketilmesinin vahim sonuçlarını. Hikaye, insanların çevresel etkilerini ve bu etkilerin evrendeki bilinen tek yaşanabilir gezegen olan dünyamızı her geçen gün yarattığımız olumsuz etkiler nedeniyle nasıl yaşanmaz hale getirdiğimizi sorgulamamıza neden oluyor.
Hikayenin ana karakteri, insanlığın bitip tükenmek bilmeyen hırsına bağlı olarak kolektif olarak taşıdığı hüzün ve eksiklik hissini temsil ediyor. Bu hüzün, dünyamızın sürekli olarak sömürülmesi ve kaynakların tükenmesiyle derinleşiyor. İnsanlar, çevresel sorumluluklarını yerine getirmezken, hayvanlar onları mutlu etmek için yardım etmeye çalışıyorlar. Bu, dünyayı yaşanmaz hale getiren bir dizi kararlı davranışı temsil ediyor. Her hayvanın sunduğu yetenek veya nitelik, doğal dünyanın farklı yönlerini ve tüketilen farklı kaynakları temsil ediyor. Adamın istekleri ise, insanların doğal kaynakları tüketme arzusunu temsil ediyor. Ancak, bu tüketim sonucunda doğanın zarar gördüğü ve gezegenin giderek yaşanmaz hale geldiği açık.
Hikayenin sonuç kısmı, önemli bir ders içeriyor. Adamın içindeki 'delik,' insanların hiçbir zaman doyuramayacağı tüketme hırsını sembolize ediyor. İnsanlar, ne kadar tüketirlerse tüketsinler, içsel huzuru ve tatmini bulamazlar. Bu açlık, sadece doğanın daha fazla sömürülmesine yol açar. Sonuç olarak, hikaye, insanların doğal kaynakları sorumsuzca tüketmelerinin sonuçlarını ve her geçen gün bu hırsın dünyamızı biraz daha fazla yaşanmaz hale getirdiğini yansıtyor. Oysaki bu sorumsuzca tüketime bağlı olarak insanlar mutluluğu bulmak yerine, doğanın zarar görmesi sonucunda, bu gezegeni yaşanabilir kılan sahip olduklarını da yitirmekte ve insanlığın hüzün ve eksiklik hissini derinleşmekte. Bu sorumsuz tüketim ne yazık ki bu gezegen bizim için tamamen yaşanmaz hale gelene kadar zamana kadar sürecek. Tıpkı Kızılderili Şef Seatle'nin sözlerinde özetlediği gibi:
'Beyaz adam annesi olan toprağa ve kardeşi olan gökyüzüne, alıp satılacak, işlenecek, yağmalanacak bir şey gözüyle bakar. Onun bu ihtirasıdır ki toprakları çölleştirecek ve her şeyi yiyip bitirecektir. Beyaz adamın kurduğu kentlerde, bir çiçeğin taç yapraklarının açarken çıkardığı tatlı sesler, bir kelebeğin kanat çırpışları duyulamaz. Son ırmak kuruduğunda son ağaç yok olduğunda son balık öldüğünde; beyaz adam paranın yenilemeyen bir şey olduğunu anlayacak.'
Zamanın birinde sorumsuzca tüketim, dönüp dolaşıp herkesi yaralayacak. Üstelik bu zaman giderek yakınlaşıyor. Herkese güzel bir hafta diliyorum.