Eskiden sokaklarda simit satanlar olurdu. Başında taşıdığı bir tabla, tablada kat kat sıralanmış simitler…

Kendilerine has seslenişleriyle sokaklarda dolaşırlardı.

“Simiitçi!”

Kimileri işin erbabıydı.

Farklı bağırışlar geliştirmişlerdi.

“Simiiit yeee!”

“Sıcaak simiiit!” gibi.

Bazılarının da ne dediğini kolay kolay anlayamazdınız ama sesinden, üslubundan sizin sokağın simitçisi olduğunu anlardınız.

Ve inanılmaz dakik, inanılmaz disiplinli insanlardı.

Hep aynı saatte aynı sokaktan geçerlerdi.

Son yıllarda, sokaklarda simit satma işi de ortadan kayboldu sanırım.

E tabii, zaman değişti.

“Simitçi, simitçi” diye bağırarak simitçinin arkasından koşacak insan kalmadı.

Artık insanlar her şeyi internetten alıyor.

Her şey parmaklarının ucunda…

Yemek söylemek, paket söylemek diye bir şey var.

Misafiri, arkadaşı mı geldi?

Diyalog şu:

“Aç mısın, paket söyleyeyim mi?”

“Kendime yemek alacaktım, sana da alayım mı?”

Ne istiyorsa bir dokunuşta evinin kapısında.

Ona sadece paketi açıp yemesi düşüyor.

Hapur hupur…

Yanında da bir litre kola…

Üzerine bir de geğirip…

“Oh, çok yedim!”

Ah ne güzel!

Ne tatlı hayat!

***

Bir tanıdık da çocuğunu şikayet ediyor:

“Gelip bizimle yemek yemiyor.

Sofraya otur, masaya otur…

Yok!

Annen, ne istiyorsan onu yapsın?

Yok!

Elinde cep telefonu, kapanıyor odasına…

Gece dokuz, on olunca kapının zili çalıyor.

Kapıda hayalet gibi bir paketçi.

Kafasında kask.

Elinde pos cihazı.

Koşup geliyor odasından bizimki.

Paketi kaptığı gibi geri odasına.

Bize de paketçinin pos cihazına kredi kartını uzatmak düşüyor.

Bir de temassız muhabbeti başlamıyor mu?

“Temassız var mı?”

Yok!

Yok!

Çocuğa bir şey söylesem evde kıyamet kopuyor.

Bağrış çağrış.

Odasının kapısını arkasından kilitleyip günlerce dışarı çıkmıyor, bizimle konuşmuyor.

Ne yapacağımı şaşırdım abi.

Sonunda bir silah alacağım.

Zile basan paketçiye sıkacağım kurşunu.”

***

Ciddi değil tabii, kimseye kurşun sıkacağı falan yok.

Yine de hayatta her şeyin bir bedeli…

Her tatlı hayatın bir acı yanı var elbette.