Atatürkçülüğün, laikliğin, yurtseverliğin, cesur gazeteciliğin simgesi olan Uğur Mumcu 24 Ocak 1993’te otomobiline yerleştirilen bombanın patlaması sonucu hayatını kaybetti.
Bu suikastın en çarpıcı gelişmesi; sonradan Adalet Bakanlığı da yapan Mehmet Ağar’ın Emniyet Genel Müdürlüğü’ne atandıktan sonra Güldal Mumcu’ya söyledikleriydi. Mehmet Ağar’ın (her ne kadar sonradan bu sözleri reddetse de), “Soruşturmanın önüne tuğla tuğla duvar örüldüğünü, bir tuğla çekersem duvar yıkılır” sözleri hala açıklığa kavuşmadı.
“TARİKAT-SİYASET-TİCARET”!..
Uğur Mumcu,1987 yılında yazdığı bir yazısında “tarikat-siyaset-ticaret” üçgeninin Türkiye’nin başına nasıl sorunlar açacağını söylemişti. Ona göre bu üçgen aslında “emperyalizmin de ortak olduğu ve onun desteğiyle gelişen bir tuzaktı.”
1980’lerin ikinci yarısında Rabıta, Hizbullah, FETÖ gibi sözde İslami yapılanmalar ile PKK gibi bölücü örgütler “okyanus ötesinden” beslenerek palazlandırıldı. Bu süreçte, emperyalizm ve yerli işbirlikçilerinin Türkiye üzerindeki planlarını çözen yurtsever aydınlar, gazeteciler, yazarlar, asker ve polisler birbiri ardınca yok edildiler.
Çok sayıda hain suikast ile her türlü demokratik oluşumu bastıran bir ortam yaratılırken, toplum giderek “mağdur ve mazlum” rolünü oynayan “dinci ve otoriter” kesimlerin etkisine girmeye başladı.
Uğur Mumcu 1993 yılında, “Tarikatlara ve cemaatlere alınan genç çocuklar, 30 yıl sonra general vs. olacaklar ve Cumhuriyete karşı ayaklanacaklar” diye yazmıştı. Bu sözler nedense “hiçbir iktidar” tarafından dikkate alınmadı.
VE “KÜRT SORUNU”!..
Mumcu daha o günlerde, Orta Doğu haritasının yeniden plânlandığını anlamıştı. Bu oyunun Türkiye senaryosunu ve figüranlarını açıklarken şöyle diyordu;
“Kürt sorunu, ülke topraklarından parçalar kopararak değil, din ve mezhep ayrımlarını silahlı çatışmalarla körüklemekle değil, ABD ve CIA destekli Kürtçülükle değil, Edirne’den Ardahan’a, Ağrı’dan İzmir’e, Diyarbakır’dan Antalya’ya kadar her yerde ‘insan haklarına saygıyla’ çözümlenir.
Türk’ü Kürt’e, Kürt’ü Türk’e, Alevi’yi Sünni’ye düşman eden bu emperyalist siyasetin Türkiye’ye neler getireceğini görmemek için kör ve sağır olmak gerekir. Ya da ‘gaflet, dalalet ve hıyanet’ içinde olmak!”
Uğur Mumcu, öldürülmeden 17 gün önce kaleme aldığı köşe yazısında PKK –MOSSAD - CIA ilişkisini açıklarken bir soru sormuştu; “Kürtler sömürgeciliğe karşı bağımsızlık savaşı yapıyorlarsa, CIA ve MOSSAD’ın Kürtler arasında ne işi var? Yoksa CIA ve MOSSAD, anti-emperyalist savaş veriyorlar da dünya bu savaşın farkında değil mi?”
32 yıl önce sorulan bu sorunun yanıtı sanırım bu günlerdeki “yeni paradigmalarla(!)” daha netlik kazandı...
DEVLETİN NAMUS BORCU!..
Uğur Mumcu, Abdi ipekçi, Muammer Aksoy, Cavit Orhan Tütengil, Bahriye Üçok, Çetin Emeç, Ahmet Taner Kışlalı, Necip Hablemitoğlu, A. Gaffar Okkan ve daha birçok yurtsever insanımızın öldürülmeleri, amaçsız bir terör saldırısı ya da tesadüfi bir cinayetler zinciri olabilir mi?
Bu insanlar karanlık ihanet çetelerinden, soygunculardan arınmış, barış içinde insanca yaşanan, demokratik ve laik bir Türkiye istiyorlardı.
Ne yazık ki; faili meçhul cinayetlerin çözülmesini “namus borcu” sayan devletin, bu borcunu tam olarak ödeyebildiğini hâlâ söyleyemiyoruz…