İbn-i Haldun’a atfedilen “Coğrafya kaderdir !..” sözü aslında, iklim, doğa, fiziksel koşullar gibi çevresel faktörlerin insanların yaşamı anlama, algılama ve kurgulaması sırasındaki davranış ve düşünce biçimlerine olan etkisinden söz eder.

   

    “ Coğrafya kaderdir !..” sözüne karşı çıkışım insan ile yaşadığı coğrafya arasındaki karşılıklı etkileşimin doğal varlığını kabullenmeyişimden değil.

İtirazım, ülkelerinde egemen olan güçlerin ya da yönetenlerin kendi hatalarını, çıkara dayalı icraatlarını, ulusal ya da uluslar arası ilişkilerde verdikleri hatalı kararların siyasal sonuçlarını kabullenmek yerine kestirmeden  coğrafyanın ve “kötü kaderin !.” arkasına saklanma iki yüzlülüğüne.

OLUMSUZLUK İÇERİYOR !...

    Montesquieu bile iklimin insan davranış biçimi ve kişilikleri üzerinde etkili olduğunu daha 1700’ de “İklim Teorisi” ile izah etmeye çalışmış. Ancak günümüz dünyasında durum artık bu kadar basit değil

     Türkiye’nin, etnik, dinsel ve mezhepsel uyuşmazlıklar içinde boğulan, demokrasinin ve laikliğin olmadığı, tersine cehaletin hâkim olduğu, Orta Doğu ülkeleri ile  komşu olması ülkemizde yaşanan her şeyi açıklamaya yetmez.

     Türkiye, Orta Doğu ülkelerinin yanı başında olsa da Mustafa Kemal Atatürk ve arkadaşlarının yarattığı devrimler sayesinde ulusal egemenlik, çağdaşlık ve laiklik temeline dayanan bir ulus devlet cumhuriyeti oldu.

Aynı dönemde ve yakın coğrafyada kurulan  Orta Doğu ülkeleri ise emperyalistlerin manda ve himayesinde teokratik  temelli monarşik yönetimler altında bugüne kadar rahat yüzü göremediler,görecekleri de yok .

TALAN VE YAĞMACILIK !...

     Günümüzde, başarısızlığın, beceriksizliğin suçunu üzerinden atmanın en kolay yolu suçu coğrafya ve kadere yüklemek oldu.

     Cumhuriyetin ilan edilmesinden sadece iki yıl sonra, Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve öncü kadrolar genç Cumhuriyetin verimli arazilerini işlemek, Türk çiftçisine azim ve kararlılıkla neler yapılabileceğini göstermek amacıyla, Ankara’da çorak ve verimsiz arazide bir çiftliğin kurulması çalışmalarını başlatmıştı.  Günümüzde ise, suyun aşırı çekilmesi ve kirletilmesi, ağaçların kesilmesi, zehir saçan asidin ortalığa yayılması, yeniden yaratılamayacağı bilinen tarım alanlarının, ormanın, bağın, bahçenin, nehrin, denizin tahrip edilmesinin sonuçları coğrafya ve kader ile açıklanabilir mi ?

KADERİN ARKASINA SAKLANANLAR!...

    Yanmış yıkılmış parçalanmış ve emperyalistler tarafından işgal edilen Anadolu topraklarını ulusal kurtuluş mücadelesi ile bağımsızlığa kavuşturanlar; Osmanlının küllerinden yeni bir ulus yaratırken hiçbir zaman coğrafyanın  ve kaderin arkasına saklanmadılar.

   Vatan topraklarını Sevr Antlaşması’ndan  Lozan’a kavuşturan öncü kadroların,  izledikleri dış politika çizgisi  ve günümüzde önemi daha da artan “laiklik” ilkesi ile halkı çadır, kabile , aşiret durumundan çağdaş insan konumuna getirenlerin bize emanet bıraktıkları Cumhuriyet’in kurulduğu coğrafya burasıdır.

    Daha 1930’lu yıllarda kadınlara siyasal haklarını vermeye başladıklarında Avrupa coğrafyasındaki birçok ülkedeki kadın haklarından çok daha öne geçilen “Kadın Devrimi”  bu Anadolu coğrafyasında yaşandı.

GERÇEK KADER !...

   İçine doğduğumuz coğrafyayı her koşulda kaçılamaz bir kader gibi görmek ve göstermek, her türlü adaletsizliğe teslim olmak demektir.

Ulusların kaderini belirleyen, baskıcı, totaliter rejimlerin ve küresel sömürgeci sistemin kirli politikaları ile bu politikalara alet olan yerli işbirlikçileridir.

   Hukukun üstünlüğüne, demokratik, laik ve sosyal bir devlete ,akıl ve bilime dayalı eğitim sistemine ,hakça paylaşımcı doğru ekonomik politikalara sahip olamayan ülkeler ve halklar kendi karanlık kaderlerini kendileri çizer ve coğrafyayı suçlamaya devam ederler.

Bu yüzden bir ulusun “gerçek kaderi” kendini yönetecekleri seçmek için sandığa attığı oydur !....