Geçenlerde, daha önce yayımlanmış bir yazıyı, bilgisayardan kaldırmadığım için bitmemiş yazılardan biri zannedip, üzerinde epey de çalışıp, eklemeler çıkarmalar yapıp Yazı İşlerine gönderdim. Yazı İşlerinden bir mesaj:
“Yeni bir yazı yazmanızı rica ediyoruz!”
Yeni bir yazı yazmam için ne kadar zamanım var?
İki saat kadar.
Hadi bakalım!
***
Oktay Akbal’ın hangi yazısında okumuştum?
O kadar çok yazısını okudum ki...
Neredeyse yazdığı her şeyi okudum.
Günlük, anı, mektup, deneme, öykü...
Öyle olunca, hangi yazısında okuduğumu hatırlayamıyorum şimdi.
Yazıyı kitaplarından birinde okuduğumu hatırlıyorum sadece.
Kitaplığın altını üstüne getirip o kitabı bulabilirim belki.
Ama saatlerimi, belki de günlerimi alır bu.
Ve o kadar çok şey var ki kitaplıkta arayıp bulmak istediğim...
Kitaplıkta, hayatım boyunca arayacağım ama bulamayacağım o kadar çok şey var ki...
Yıllarım kaybolup gitti o kitapların arasında...
Neyse...
Kim çevirebilir zamanı geriye?
Hiç kimse!
Onun için şimdi pişmanlığın bir faydası yok.
***
Galiba günlüklerinden birinde yazmıştı, Oktay Akbal bunu.
Şöyleydi, yurt dışı seyahatindeyken, yazı yazdığı gazeteden bir telgraf almış.
“Orhan Kemal öldü. Hemen, acil bir anma yazısı yazıp gönderin.”
Hemen!
Acil!
***
Yazı yazmak, elini kulağına götürüp türkü söylemek gibi bir şey zannediliyor.
Ezberindeki türkülerden birini seçip...
Bağıra çağıra, yanık bir sesle...
Herkesi ağlata ağlata...
Yaşar Kemal, “Yusufçuk Yusuf”un son üç sayfasını dokuz ayda yazabilmiş.
“Yusufçuk Yusuf’u tam dokuz ay cebimde dolaştırdım. Son üç sayfası eksikti. O üç sayfa için dokuz ay uğraştım,” diyor.
Bizim yazdığımız bu yazılar Yaşar Kemal’in romanları gibi değil elbette…
Ama yine de her yazı türünün bir inceliği…
Ustalık, tecrübe isteyen bir yanı vardır.
Ve her yazının aslında, yazılması yıllarını alır insanın.
Nasıl mı?
Bir ressam, lokantada yemek yiyor.
Getir garson, götür garson...
Yemek bitince, yemeğin üzerine çayını içerken, kalemini çıkarıp garsonun portresini çiziyor.
Yemeğin parasını isteyen garsona, yaptığı portreyi uzatıyor.
“Param yok! Bundan başka size verecek bir şeyim yok,” diyor.
Garson öfkeleniyor.
“Nasıl olur?” diyor. “Bir saattir yiyip içtiklerinin parasını, on dakikada çizdiğin bu resimle mi ödeyeceksin?”
“Yanılıyorsunuz,” diyor ressam. “On dakikada çizmedim portrenizi, bunun için yıllarımı harcadım.” ***
Yazı İşlerinden gelen, yeni bir yazı yazmamı isteyen mesajı görünce...
Masanın başına oturup yaklaşık bir buçuk saat içinde yeni bir yazı yazdım, o gün.
Bu bir hüner mi?
Hiç sanmıyorum.
Belki bir tecrübe sadece.
Yıllarımı alan bir kalem tecrübesi, sadece.