Orta Doğu coğrafyasının emperyalist emeller doğrultusunda yeniden şekillendirilmesi planları adım adım işlerken Türkiye’de bu dalgalanmalardan doğal olarak etkileniyor. Bu süreçte “paradigma” sözcüğü çok sık kullanılır oldu.

Paradigma kavramı genelde tarihsel dönüşümleri göstermek ve sorunlu bir konu üzerinde “uzlaşılan yaklaşımı” ifade etmek için kullanılır.

    Mevcut iktidarın, Suriye politikası ve terör sorununa İmralı’dan (!) çözümü önceleyen yeni paradigmalarına “En kötü barış, savaştan iyidir diyerek barışçı ve destekleyici bir yaklaşım sergilenebilir. Ancak, her iki halde de durumun görünenden ya da sunulandan daha karmaşık olması doğal olarak çok sayıdaki soruyu da beraberinde getiriyor.

BİLİNMEYEN “YENİ PARADİGMA” !..

     DEM Parti temsilcilerinin İmralı görüşmesinden sonra Öcalan’ın “Sayın Bahçeli ve Sayın Erdoğan’ın güç verdiği yeni paradigmaya, ben de pozitif anlamda gerekli katkıyı sunacak ehil ve kararlılığa sahibim” dediği açıklandı. Ancak, “çok aceleci ve ketum bir tavırla” sürdürülen yeni paradigmanın ne olduğu ve buna karşılık hangi “taleplerde” bulunulduğu henüz tam olarak bilinmiyor. Bu nedenle “şimdilik” yapılan değerlendirmeler görüşmelerin ayrıntıları ortaya çıktıkça çok farklı noktalara evrilebilir.

ÖCALAN’I KİM DİNLER?

     Öcalan’ın Kandil’de, uyuşturucudan, silaha, petrole kadar her türlü kaçakçılıktan beslenen terör baronlarına sözü geçer mi?

Daha düne kadar ABD’nin silah, malzeme desteğinin devam ettiği Suriye’nin kuzeyine yerleşmiş PYD/YPG grupları Apo’nun sözünü dinleyip silahlarını gömerler mi?  Hiç sanmıyorum.

Kuzey Irak’ta hakimiyet kurarak Kürtleri sömüren ve birbirleriyle çıkar çatışmaları devam eden feodal aşiret Ağaları, Öcalan’a dönüp bakmazlar bile.

Bu grupların hepsi (aynı FETÖ gibi…) kendilerini kurup, besleyen, büyüten ABD’den başkasının sözünü dinlemezler.

Üstelik Kürt kökenli yurttaşlarımızın büyük bir çoğunluğunun ABD’nin taşeron örgütü olduğu açıkça ortaya çıkan PKK’ya ve onun elebaşı Öcalan’a artık sıcak bakmadığı da ortadadır.

BARIŞI KİM İSTEMEZ?

    Kanayan toplumsal yaraların ilacı her zaman ve her yerde “Adalet, Barış ve Demokrasidir.” Bu nedenle sürecin çatışma ve şiddet zemininden hukuki ve siyasi zemine çekilerek barışa ulaşılmasını herkes istiyor.

Ancak, halkın kafasına takılan bazı soruların cevaplarının da netleşmesi gerekiyor;

-Yeni geliştirilen paradigma (!) ile DEM’li milletvekillerinin, Cumhurbaşkanlığı seçilme koşulları başta olmak üzere bazı anayasa maddelerinin değiştirilmesi için desteklerinin sağlanmasının planlandığı ve böylece Selahattin Demirtaş’ın

“Seni Başkan yaptırmayacağız” çizgisinin silinmeye çalışıldığı iddialarının açıklığa kavuşturulması sürecin gelişmesine olumlu katkı sağlayabilir.

- Yeni paradigmaya toplumsal desteğin sağlanabilmesi için; yakınlaşmanın sadece Cumhur İttifakı’nın siyasal ömrünü uzatmaya yönelik olduğunu düşünen ve bu siyaset uğruna gereğinden fazla “anayasal taviz” verilmesinden endişe eden yurttaşların kaygılarının mutlaka giderilmesi gerekiyor. Bunun için de başta CHP olmak üzere tüm muhalefet ile uyumlu, şeffaf bir eşgüdüm politikası benimsenmelidir.

-Görüşmelerde öne sürülmesi muhtemel taleplerin, devletin üniter yapısı, halkın tamamının demokratik hakları, sosyolojik birlikteliği, iç içe geçmişliği ve demografik dağılımı dikkate alınarak değerlendirilmesine özellikle dikkat edileceğine dair beklentiler göz ardı edilmemelidir.

   Bu kaygılar giderilmeden barış adına yapıldığı söylenen çalışmalara “Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye Halkı” mesafeli durur ve sıcak bakmaz…

Çünkü; Barış için oluşturulduğu söylenen yeni paradigma, Öcalan’ın baş aktör seçilmesiyle en kötü ve en sevimsiz yerinden başlatılmıştır…