Bugün 27 Mayıs 1960'ta yapılan askeri müdahalenin 59. yıldönümü.
Cumhuriyet tarihinin ilk askeri darbesi, 27 Mayıs 1960'ta, iktidardaki Demokrat Parti'nin 'Türkiye'yi baskı rejimine ve kardeş kavgasına götürdüğü' gerekçesiyle, bir grup genç subayın yönetime el koymasıyla yaşanmıştı.
27 Mayıs İhtilali 'tüm darbelerde olduğu gibi' toplumda derin yaralar açarken ortalama on yılda bir yapılan askeri müdahalelerin adeta başlangıcını oluşturdu.
DEVRİM Mİ, DARBE Mİ..?
Yönetim olarak büyük hataları olmasına rağmen, seçimle iktidara gelmiş meşru hükümeti deviren askeri bir müdahalenin, 'Devrim mi, darbe mi?' olduğu tartışmaları yıllardır sürmektedir. Çünkü, 27 Mayıs ve sonrasında yaşanan süreç bir çok 'çelişkiyi' içinde barındırmıştır.
27 Mayıs'ın 'meşruiyetini ve haklılığını' savunanlar, Demokrat Parti'nin iktidarda kaldığı on yıl boyunca tüm demokratik hak ve özgürlükleri zedelediğini vurgularlar. Özellikle 1960 yılının Nisan ayında 15 Demokrat Parti (DP) milletvekilinden oluşan Tahkikat Komisyonu kurulması muhalefetin ciddi tepkilerine neden olmuştu.
Bu komisyona, temyiz edilemeyecek bir biçimde yargıç ve savcı yetkilerinin verilmesi; Ana Muhalefet Partisi CHP'nin bu sözde mahkemede yargılanıp kapatılmaya çalışılması, böylece muhalefeti yok etmek için uğraşılması, demokratik rejimi ve Anayasayı rafa kaldırma suçlamalarını yaratmıştır.
MUHALEFETSİZ İKTİDAR OLUR MU?
Muhalefet liderlerinin, başta İsmet İnönü olmak üzere birçok yerde saldırıya uğraması, şehirlere girişlerinin engellenmesi, Vatan Cephesi gibi örgütlenmelerle halkın siyaseten bölünmesi, basına sansürlü baskılar uygulanması, gençlik hareketlerine sert müdahaleler yapılması bardağı taşıran son damlalar olarak gösterilmiştir.
Çok partili hayata geçtikten sonraki ikinci genel seçimlerde de tek başına iktidara gelen Demokrat Parti yöneticilerinin 'güç sarhoşluğunun' verdiği özgüvenle çok sert çıkışlar yapmaları ve merhum Başbakan Adnan Menderes'e 'atfedilen'; 'Odunu koysam milletvekili seçtiririm', 'Siz isteseniz hilafeti bile getirirsiniz' konuşmaları, Hükümeti eleştiren ve Anıtkabir'e yürüyen öğretim üyelerine 'Kara cübbeliler' yakıştırması, askerlere kızdığı bir gün 'Gerekirse orduyu yedek subaylarla yönetirim' sözleri; o günlerin mevcut ortamının olumsuzluğunu anlatabilmek için günümüze kadar söylene gelmiştir.
1961 ANAYASASI VE DARBE ÇELİŞKİSİ...
27 Mayıs'ı 'Devrim' olarak tanımlayanlar, bu görüşlerine dayanak olarak '1961 Anayasası'nı göstermektedirler.
Çağdaş ve özgürlükçü bir yapısı olan 1961 Anayasası'nda; İnsan hakları, sosyal devlet, hukuk devleti, yargı bağımsızlığı, kuvvetler ayrılığı, özerk radyo televizyon, sendikal haklar, üniversite özerkliği gibi kavramlar yer almış, devletin yurttaşların insanca yaşamasına ilişkin ekonomik ve toplumsal sorumluluğu olduğu vurgulanmıştı.
Yönetimin her türlü icraatına karşı yargı yolunun açık olduğunun hükme bağlandığı 1961 Anayasası ile egemenlik salt Meclis'e verilmemiş, Cumhuriyet Senatosu ve Anayasa Mahkemesi kurulmuştu.
Kamuoyunun büyük bir bölümü, 12 Eylül Cuntacıları tarafından halk için 'fazla lüks' bulunarak yok edilen 1961 Anayasası'nın laik hukuk devleti ilkelerini etkin bir biçimde koruyan, demokrasinin temellerini pekiştiren ve genişleten özgürlükçü bir anayasa olduğu konusunda birleşmektedir.
İDAMLAR KESİNLİKLE OLMAMALIYDI...
Tüm darbeler; ülkemizden, demokrasimizden, insan kaynaklarımızdan, zenginliklerimizden çok şey alıp götürmüştür.
Ülkede yarattıkları koşullar ve yönetimsel hataları ne olursa olsun Adnan Menderes, F. Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan kesinlikle idam edilmemeliydi.
Seçimle iktidara gelmiş bir hükümetin Başbakanı ve iki bakanının idam edilmesi ve yargılama sürecindeki haksızlıklar; 27 Mayıs'ın yapılma gerekçesi olarak gösterilen 'demokrasiyi koruma' teziyle tamamen ters düşmüş, toplumsal yaralar açılmasına neden olmuştur.
Bu güne kadar kanayan ve kanatılan bu yaranın üzerini 1961 Anayasası ile kapatmaya çalışmak bir işe yaramamış; zedelenen demokrasimiz, kaybeden ise yine halkımız olmuştur...